10 Ocak 2017 Salı

Astroloji Çürütüldü





Artık her televizyon kanalında,her gazetede gördüğümüz insanlar.Tarihin en büyük yalanlarından astrolojiyi savunan kişiler,dolayısıyla kendileri tarihin büyük yalancılarından. Bilimsizlikten kaynaklı cehaleti kullanan dolandırıcılar. Kendilerini bilim insanıymış gibi göstermeye çalışan yalancılar.

Bir gün,bir insan kapınıza gelip size yıldızlardan haber getirdiğini,bugün yıldızların hareketi ve doğum tarihinizden hareketle size geleceğiniz hakkında bilgi vereceğini,hayatınızda,iş yaşamınızda,sevgilinizle yaşadıklarınızda ne gibi değişiklikler yaşayacağınızı söylemek istese tahminen hemen kapıyı kapatır ve korkuyla ya polisi ya da tanıdığınız birisini arardınız. Veya başka bir ihtimal olarak saçma sapan konuşan bir deliye denk geldiğinizi düşünür,kovar ve kapıyı yüzüne kapatırsınız. Peki izlediğimiz televizyonda her zaman çıkan,gazetelerde yazan bu insanlara neden aynısını yapmıyoruz?

Gerçekten nasıl inanabiliyoruz doğduğumuz anda yıldızların durumunun bizim hayatımızı etkileyen bir olguya dönüşeceğine ve bunun farklı zaman aralıklarında farklı etkileri olacağına?
Yıldızların içindeki elementler,maddelerin bizde de bulunduğu doğrudur. Evet,bizler yıldızlardan geliyoruz,yıldızlarla aynı maddelere sahibiz. Fakat hiçbir zaman vücudunuzda bulunan nitrojen sizin aşk yaşamınıza,yarın iş hayatınızda ne gibi sıkıntılar yaşayacağınıza etki etmez.

Peki neden inanıyoruz bu insanlara? Çünkü kendimizi bir topluluğun parçası olarak görmek istiyoruz. Kimi zaman işleri kendi üzerimizden atıp,başka iradelere bırakmak istiyoruz. Hayatımızı istediğimiz gibi yönetemiyoruz ve yıldızların bizim için iyi haberler getirmesini bekliyoruz. Kendimizi bu evrenin bir parçası olarak görüyoruz gezegenlerin,yıldızların sayesinde. Saf düşüncelerle fakat büyük bir cehalet içinde,körü körüne bağlıyız bu düşüncelere. Kimi zaman ilişkilerimizi burçlara göre ayarlıyoruz,kendimizi o burcun özelliklerine adapte etmeye çalışıyoruz.

Kendimizi kandırıyoruz. Bunun sorumlusu tamamen biz değiliz. Bunun sorumluluları esas bilim Astronomi yerine bilimsel dayanağı olmayan fakat kendilerini her seferinde bilim insanı olarak tanıtmaya çalışan ve insanları kandıran Astrologları kanallarına çıkaran,gazetelerinde yazdıran,reyting ve popülerlik meraklısı yöneticiler.

Belki şuan ülkemizde çok büyük problemler var fakat eğer bilim gelişmezse bu ülke istediği kadar modern,eşitlikçi,özgürlükçü yönetilsin,her zaman kötü bir durumda kalacak.

Üstün Dökmen'in astroloji ve rüya tabirleri yalanı hakkındaki konuşmasını sizlerle şurada paylaşmak isterim;
Üstün Dökmen-Tarihin En Büyük Yalanı Astroloji

Sahte tanrılar,sahte dinler üretmeyi seviyoruz.

Bu konuyla ilgili başarılı bir çalışma olan ve astrolojinin nasıl bir sahtecilik olduğunu belirtmek için kitap çıkartılmak zorunda kalındığını gösteren ''Astroloji Çürütüldü'' kitabını herkese öneririm.
İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınevi'nden çıkan,Renan Pekünlü'nün çevirdiği kitabın yazarı Lawrence E.Jerome.


Sizlere birkaç video daha paylaşmak istiyorum,bu konudaki fikirlerinizi oluşturmada yardımcı olacağını düşünerekten;
Richard Dawkins-Astroloji Üzerine

Maalesef ki astroloji yalanı üzerine bilim dünyasında kendini ispat etmiş kişiler böyle sözler söylese bile,insanlara tesir edemiyorlar.
Çünkü astroloji pazarı artık öyle bir sermaye haline geldi ki,insanları tamamen ağına aldılar. Pazar diyorum çünkü sermaye konuşuyor. Evlerde verilen rahatlama seansları vb.etkinlikler insanları dolandırmak için birebir. Bu işlerin büyücüye gitmekten hiçbir farkı yok ne yazık ki. İnsanlarımızı bilinçlendirmek gerekiyor,artık bu dolandırıcılığa,bu yalanlara bir dur demek gerekiyor.

Her zaman soyut şeylere daha kolay inanıyoruz,görmediklerimiz bizi korkutuyorlar ve üzerimizde bir otorite sağlıyorlar. Somut bir şeyin denkliğini anlayınca,ona olan ilgimiz azalıyor. Fakat gökkuşağının işleyişini anladığımız zaman,gökkuşağı şiirselliğinden hiçbir şey kaybetmez.

Evreni ve gezegenleri,yıldızları tanımak için astroloji vb. yalanlara ihtiyacımız yok. Evren başlı başına bir bilinmezliktir,ve bizler Carl Sagan'ın dediği gibi çıkmalıyız bu yola.





''İnanmak istemiyorum. Bilmek istiyorum." -Carl Sagan

Carl Sagan demişken,kendisi dünya için çok büyük bir isimdi. İnsanlara bilimi sevdirmek ve tanıtmak için elinden geleni yaptı.
Kendisinin Cosmos programının 3.bölümünde yayınlanan Astroloji Üzerine yaptığı konuşmasını paylaşmak istiyorum sizlerle;
Carl Sagan-Astroloji Hakkında

Carl Sagan'ın astroloji üzerine söylediği sözlerle bitirmek isterim yazımı;

"...Astroloji ikizlerin hayatını izleyerek test edilebilir. Bununla ilgili pek çok gerçek örnek vardır : Diyelim ki ikizlerden birisi bir araba kazasında,ya da yıldırım çarpmasıyla ölsün diyelim ama öteki ikiz ileri yaşlara kadar güzelce yaşasın. Farzedelim ki bu bana da oldu. İkizim ve ben tam olarak, aynı yerde ve zamanda sadece birkaç dakika farkla doğduk. Doğum anımızdaki gezegenlerin durumu tam olarak aynı olacaktı. Eğer astroloji doğru  ise,kaderlerimizin bu kadar farklı olması nasıl mümkün olabilir?
Astrologlar burçlar konusunda kendi aralarında  bile çelişiyorlar. Kişinin sadece doğum tarihini ve yerini bilseler de,ne kadar uğraşsalar da o kişinin geleceğini kestiremiyorlar. Yoksa başka ne olabilirdi ki?Doğumum sırasında yükselen Mars nasıl oluyor da geleceğimi etkileyebiliyor? Mars'ın ışıklarının ulaşamayacağı kapalı bir odada doğdum. Doğum doktorunun çekim kuvveti,Mars'ın çekim kuvvetinden daha büyük olmayacak mıydı? Mars oldukça büyük ama doktor çok yakındaydı."





2 Ocak 2017 Pazartesi

Klasik Müzikte Devrim ve Düşünmeden Düşünebilmenin Gücü




Bazı olaylara her zaman durmadan önyargılı yaklaştığınızı düşünüyor musunuz? Veya düşünmeden karar verdiğinizi?

Malcolm Gladwell çok satan,çok başarılı kitapların yazarı. Yazdığı Outliers,Kıvılcım Anı,Blink kitapları dünyanın her yerinde okunuyor.

Malcolm Gladwell Blink adlı kitabında düşünmeden düşünebilmenin gücünü irdeliyor. Bir esere ilk bakışınızda gözlerinizle eserin sahte olup olmadığını anlayabilir misiniz? Düşünme anımızdaki süreler bizim için nasıl işliyor? Bu ve bunun gibi sorulara cevaplar arıyor kitabında Malcolm Gladwell.

Sizlere Malcolm Gladwell'in kitabından bir kesit aktaracağım. Klasik müzikte devrimin yaşandığı bir kesit. Klasik müzikte aydınlanmanın,kadın-erkek eşitsizliğinin sona ermesinin ve yenilikçi yaklaşımın anlatıldığı bir kesit.

"Müzisyen Abbie Conant kariyerinin başında İtalya'da Turin Kraliyet Operası'nda trombon çalıyordu.Sene 1980'di. O yaz tüm Avrupa'da açılmış on bir farklı orkestraya başvurdu. Bir tane cevap aldı: Münih Filarmoni Orkestrası. 'Sayın Herr(Bay) Abbie Conant' diye başlıyordu mektup. Geriye dönüp bakıldığında yapılan bu hata Conant'ın aklında her tür alarmı çalıştırmalıydı.

Seçmeler,orkestranın kültür merkezi hala inşaat halinde olduğundan Münih'teki Deutsches Müzesi'nde yapıldı.Otuz üç aday bulunuyordu ve seçiçi komitenin onları görmemesi için her biri bir paravanın arkasında çalıyorlardı.Paravanlı semeler o zamanlar Avrupa'da çok yaygın değildi. Ancak başvuranların arasında Münihh orkestralarında çalan birinin oğlu da vardı,dolayısıyla adil bir seçme olması açısından Filarmoni seçmelerin ilk etabını görmeden yapmaya karar verdi. Conant on altıncı sıradaydı.Ferdinand David'in trombon için yazılmış Konzertino'sunu çaldı,ki bu parça Almanya'daki seçme parçaları arasında artık suyu çıkmış olarak kabul ediliyordu ve üstüne üstlük bir nota da kaçırdı.Kendi kendine 'Buraya kadarmış,' dedi ve sahne arkasına geçip eşyalarını toplamaya başladı. Ancak komite tam tersini düşünmüştü.Şoke olmuşlardı.Seçmeler ince dilimlere ayırmak için klasik ortamlardır. Eğitim görmüş klasik müzik müzisyenler,bir kişinin iyi olup olmadığını neredeyse anında-bazen yalnızca birkaç ölçü çizgisinde,bazen ilk birkaç notada- anladıklarını söylerler ve Conant'ta da anlamışlardı.Seçmelerin yapıldığı odadan çıktıktan sonra Filarmoni'nin müzik direktörü Sergiu Celibidache bağırdı 'İşte istediğimiz insan bu !'. Seçmeler için kendi sıralarını bekleyen on yedi kişi eve gönderildi. Conant'ı bulmak için biri sahne arkasına gitti. Conant seçme odasına geri döndü ve paravanın arkasından çıktığında komiteden OHA'nın Bavyara karşılığını işitti. 'Was isn't des? Sacra di! Meine Goetter! Um Gottes willen!' Herr Conant bekliyorlardı. Karşılarındaki ise Frau Conant'tı.

En hafif deyimle,sıkıntılı bir durumdu. Celibidache eski toprak bir şefti,müziğin nasıl çalınması -ve kimin tarafından çalınması- gerektiği ile ilgili kesin fikirleri olan otoriter bir adamdı. Dahası,burası Almanya'ydı,klasik müziğin doğduğu ülke. Bir keresinde Vienna Filarmoni,İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra paravanlı seçme yapmayı denediklerinde orkestranın eski başkanı Otto Strasser'in anılarında 'grotesk durum' olarak adlandırdığı şeyle karşılaştılar: 'Bu tarafta kendini en iyi olarak vasıflandırmış bir aday ve öte tarafta paravanın kalkmasıyla birlikte sahnede bir Japon'un belirmesi karşısında donakalmış bir jüri.' Strasser'e göre,bir Japon,en basit şekliyle,Avrupalı biri tarafından bestelenmiş bir müziği o ruha ve sadakata uygun olarak çalamazdı. Celibidache için de bir kadın trombon çalamazdı. Münih Filarmoni kemanda ve obuada bir veya iki kadın müzisyene sahipti.Ama onlar zaten kadınsı çalgılardı. Trombon erkeksidir.

Seçmelerde iki etap daha vardı. Conant her ikisini de tereyağından kıl çeker gibi geçti. Ancak Celidibache ve komitenin geri kalan üyeleri Conant'ı kanlı canlı gördükleri anda tüm o uzun soluklu önyargılar,performansı sonucu edindikleri ilk izlenim ile rekabet etmeye başladı. Orkestraya katıldı,Celibidache endişeliyi.Bir yıl geçti,Mayıs 1981'de Conant toplantıya çağrıldı. Toplantıda kendisine,orkestrada ikinci trombona geriletildiği söylendi. Hiçbir neden sunulmadı. Conant,kendini yeniden kanıtlamak için bir yıllık deneme sürecine girdi. Bu durum hiçbir değişiklik sağlamadı. 'Asıl sorun ne biliyor musun?' dedi Celibidache ona.'Solo trombon için bir erkek sanatçıya ihtiyacımız var.'

Conant'ın olayı mahkemeye taşımaktan başka bir çaresi kalmadı. Savunmasında orkestra 'Davacı trombon bölümünün lideri olmak için gerekli fiziksel kuvvete sahip değildir',diye iddia etti.Conant,kapsamlı test için Gautinger Akciğer Kliniği'ne gönderildi.Özel makinelere üfledi,oksijen emme kapasitesini ölçmek için kan örneği aldırdı ve göğüs muayenesinden geçti. Hepsinin sonucu da ortalamanın üstündeydi.Hemşire Conant'a atlet olup olmadığını bile sordu. Dava uzadı. Orkestra Conant'ın Mozart'ın meşhur 'Requiem' parçasındaki trombon solosunda 'nefes darlığının duyulabilir' olduğunu iddia etti,bu tür performanslarda bulunan misafir müzik şefinin Conant'ı övgüye boğmasına rağmen.Sekiz yıl sonra Conant birinci trombon olarak eski görevine getirildi.

Ne var ki bu sefer beş yıl sürecek başka bir mücadele etabı başladı,çünkü orkestra Conant'a erkek iş arkadaşlarıyla aynı miktarda ücret ödemeyi reddetti.Ancak Conant tekrar kazandı.Her suçlamada galip geldi;galip geldi çünkü Münih Filarmoni'nin çürütemediği bir sav sunabildi. Sergiu Celibidache,becerisinden şikayet eden kişi,onun Ferdinand David'in Trombon için Konzertino'sunu salt nesnellik koşulu altında dinlemişti ve o tarafsızlık anında 'İşte aradığımız kişi bu!' demişti ve geri kalan bütün tromboncuları eve göndermişti. Abbie Conant aslında bir paravan sayesinde kurtulmuştu."

Avrupa'da bir zamanlar Klasik Müzikte yaşanan eşitsizlik,yozlaşmışlık ve geri-kafalı düşünceyi yıkmıştı Abbie Conant. O paravan olmasa belki de şuan bu durum yaşanmamış olacaktı.

Kaynak:Malcolm Gladwell-Blink


30 Aralık 2016 Cuma

Recep İvedik,İçgüdüler ve Sonsuz Nimet:Teknoloji

 
Kendini toplumdan üstün gören entellektüel kesime her zaman acırım.Hepimizin farklı yollardan aynı istekleri bulunuyor.Üstün gören kesimin tek farkı hormonlarını ve duygularını saklamaları.Oysa ilkel adam bunun tersine bu konularda daha özgür,daharahat.Bu yüzden ben biraz kıskanıyorum galiba.Bazı konularda o adam gibi davranmak geliyor içimden.
 Açıkcası ben Recep İvedik serisinin rekorlar kırmasına şaşırmıyorum.Bunun ancak bir sebebi olabilir;bize eski yıllarda atalarımızı andırıyor ve onlar da tıpkı kahramanımız Recep gibi içindekilerini açığa vuruyordu.Hiçbir toplumsal veya dini kurala uymadan.




 İstekleri net ve basitti.İnsanları yakalayan komik olmasından çok bu yönüydü.Bu ülkede espri düzeyi yüksek ve çok daha kaliteli birçok film yapılmasına rağmen Recep İvedik serisinin rekorlar kırması tesadüf olamaz.Tek nedeni olmamakla birlikte beynimizin içinde bilgilerini sakladığımı ve binlerce yıl önce vahşi bir yaşam süren atalarımızın medeniyetten uzak davranışlarını yansıttı ve bundan dolayı içgüdüsel olarak beynimizin bir oyunu olarak bizlere çok samimi geldi.

Konuyu dağıtmayalım.Bununla beraber bazı entellektüel kesimler;farklı müzik,farklı kitap,farklı filmlere ilgi duyduğu için giriş,gelişme farklı oluyor ama sonuç tüm insanlık için aynı.

Herkes kendi ortamında,genlerini daha iyi genlerle birleştirip kendi genlerinin kusurlarını işlevsiz kılmak ve bir sonraki kuşağa aktarmak için yarış içinde.
Mesela sarışın ve beyaz tenli bir bayanı ele alalım.Bu bayan beyaz tenli ve sarışın olduğu için daha az güneş gören bölgelerde yaşamaya uygun.Tıpkı kutup ayıları da boz ayılardan farklı olarak düşük sıcaklıklarda üretilmeyen renk verici melanin adlı maddeyi üretimediklerinden dolayı uzun yıllar sonunda doğanın şartlarına göre(buzullarda avlamak veya avlanmak için de yardımı unutulmamalı) evrim geçirmiştir.Sarışın ve beyaz tenli bayanlar da buna benzer adaptasyonlar geçirmiştir.Bununla birlikte kendisinden daha esmer bir erkekle üreyip mükemmel insanı doğaya içgüdüsel olarak,kendisine ispat etmese de ister.Bu yüzden her zaman zıt kutuplar birbirini çekecektir.Basit yani,basitiz.

Oysa bilgili olan bir bireyin anlayışlı olması gerekir.Adı üstünde anlayışlı olmak,bir çok konudan anlamak ve doğal karşılamak.Cehalet nefreti,bilgelik sevgiyi doğurur.Anlam veremediğimiz her şey  önce kuşkuyu sonrasında nefreti getirir.

 Tabi şöyle bir şey de var;insanlar bilgilenip içgüdüsel olarak karşı tarafın üstüne basıp ezmeye,çağın gereklerine uygun olarak kas gücü yerine,farklı şekillerde üstün görme arzusu güdüyor,bu tür bir ihtiyaç duyuyor..Bunun evrim penceresinden bakıldığında tutarlı bir tez olması yadsınımaz.              
 İnsanoğlu kendini yüceltecek birtakım şeyler mutlaka bulacaktır.Bu tarih boyu böyle olmuş ve sonucunda destanlar,dinler,efsaneler yaratılagelmiş ve de sınıf farklılıkları oluşmuştur.İnsanoğlu farklılıklara daha fazla sosyal olabilmek için ihtiyaç duyar ve her birimiz aynı düşüncelere,görünüme,isteklere vb. sahip olsaydık dedikodu zincirlerini ve büyük kabileleri kurmamızın belki de imkanı olamayacaktı.Sosyal ve kompakt toplumlar olabilmek için bunlar gerekli.

 Bunlarla birlikte tarih boyu sosyal ve birlikte yaşayan insanın elinden sosyalliğini ,teknolojinin sunduğu sonsuz nimetler(!) ve sosyal medya alıyor ne yazık ki.Çağa ayak uydurmak bizler için zor,biraz yaş alanlar için imkansız ve belki de ilk insanı aramıza getirebilsek şimdi ki dünyayı cennet veya başka bir galaksi sanıp delirecek kadar farklı.Toplumun dışına çıkıp çağ dışı davranmak her baba yiğidin harcı değil.Aksi taktirde kimse toplumdan soyutlanacak kadar farklı olmak ve akabinde yalnızlaşmak istemez.Yine de insan bir gün tüm bu hayatını kolaylaştırıyor gibi görünen aslında zorlaştıran etmenleri atacak.Toplumdaki ahlak kuralları,abartılmış din,yasalar hayatı yeterince kısıtlamıyormuş gibi teknolojinin önlenemez gelişmesi insanları birbirinden uzaklaştırıyor ve en temel ihtiyaçlar karşılanamaz hale gelmeye başlıyor.Birbirimize uzaklaştık ve tahammül edemiyoruz kimseye.Böyle giderse insanoğlunun toplum oluşturarak başlayan macerası yapayalnız kalarak sona erebilir.
 Tüm bu esaret bizim eserimiz ve bir gün kentten köye kaçmak çok daha fazla  ve biraz da güç olacak.İnsan kibrini yenip;arabalarını,lüks eşyalarını,bin odalı saraylarını(!) ve kendini diğerlerinden üstün görmesine yardımcı bağımlılıklarını ve bağlılıklarını atabilirse...

 Sakın hayata anlam yüklemeye kalkmayın.Yapmanız gereken basit düşünüp,basit yaşamak...









16 Aralık 2016 Cuma

Anne Ben Ne Zaman Wolverine Olacağım?




Hiç böyle güçlere sahip olmayı hayal ettiniz mi? Süper kahraman olmak istediniz mi hiç? Wolverine gibi pençeleriniz ve iyileşme gücünüz olsa fena mı olurdu? Yada Superman gibi uçsanız,dünyanın en güçlü ve en hızlı varlıklarından birisi olsanız,duvarın arkasını görebilme yeteneğine sahip olsanız güzel olmaz mıydı?
Peki size bu gücü kazanabileceğinizi ama bazı fedakarlıklar yapmanız gerektiğini söylesem ne derdiniz? Olur,her türlü fedakarlığa açığım mı derdiniz yoksa teşekkürler,almayayım mı?

Size öyle bir teklifte bulunmayacağım ben,o filmlerdeki yada çizgi romanlarda gördüğünüz çılgın bilim adamlarından değilim maalesef. Ama kesinlikle bir şeyler feda etmeniz gerekirdi,ondan eminim. Dizilerde,filmlerde,çizgi romanlarda görürsünüz zaten. Bir süper kahraman kolay olunmuyor (!) Ya birtakım deneylere maruz kalacaksın kendi isteğinle,ya bir deney sahasına yanlışlıkla düşeceksin yada doğuştan gelen bir mutasyona sahip olacaksın.
Size şuan böyle deneyler yapılıyor,dikkat edin etrafınıza tarzı şeyler söyleyip komplo teorileri yazmayacağım tabiiki de.

Size bunlar arasında bildiğim bir şeyi anlatmak istiyorum. Eminim biyoloji dersi alan herkes biliyordur,doğa ananın bizlere verdiği veya sonrasında yapay yollarla ortaya çıkan gariplikleri tanımlarken bol bol kullanırız: "Mutasyon"

Mutasyonu bilimsel olarak tanımlamak gerekirse,bir canlının genomu içindeki DNA ya da RNA diziliminde meydana gelen kalıcı değişmelerdir. Mutasyona sahip organizmalara ise mutant diyoruz.
Ki mutant kelimesini zaten hepimiz biliyoruz. X-Men !!
Peki ya bu mutasyonu kim bulmuş,kim kullanmış,nereden çıkmış bu mutasyon?


Tarihsel olarak 'mutasyon' terimi 1901 yılında Hugo De Vries isimli bitkibilimci ve biyoloji uzmanı tarafından akşamsefası bitkileriyle yaptığı çaprazlamalar sonucu gözlemlediği varyasyonları açıklamak için kullanılmış.

Ben ilk olarak Profesor Xavier'ın kullanmasını beklerdim ama yanılmışım.

Peki gerçek hayatta mutantlar var mı?

Var desem?


Mesela bu çılgın adam. Tanımayanınız var mı? Ozzy Osbourne kendileri. Ozzy Osbourne'u dinlemediyseniz kesinlikle dinleyin,özellikle Lemmy ve Slash ile birlikte yaptıkları I Ain't No Nice Guy harikadır.Ama konumuz bu değil. Ozzy Osbourne aramızda var olan bir mutant. Peki sizce gücü ne olabilir? Sahneye çıkardığı civcivleri ezip,kanını içtikten sonra ölümsüzlük mü kazanıyor? Belki de süper dayanıklılık ve süper güç kazanıyordur?


Ne yazık ki,bunların hiçbiri Ozzy'nin süper gücü değil. Ama gerçekten etkileyici bir mutasyonu var Ozzy'nin. 



Ozzy yıllar yılı uyuşturucuyla geçirdi hayatını,Lemmy Kilmister ve Ozzy uyuşturucu piyasasının yüzde ellisini ellerinde tutuyordu tahminen. Ee tabi haliyle,bilim adamları bu nasıl mümkün olabilir,bu kadar uyuşturucuyla bu adam hala nasıl yaşayabilir dediler ve araştırmaya başladılar. Sonuç inanılmazdı. Gen dizilimindeki mutasyon sayesinde Ozzy alkole ve uyuşturucuya karşı dirençli bir şekilde yaşıyor ve bunun sayesinde hala aramızda.


Peki daha farklı mutasyonlar var mı?
Tabiki de var.

Maalesef tüm mutasyonlar Ozzy'nin sahip olduğu gibi hayatı kolaylaştırmıyor veya eğlenceli değil.
Mitoz ve mayoz bölünme sırasında kromozomların düzenli olarak ayrılamamasından dolayı oluşan kromozom sayısı birbirinden farklı hücreler kalıtsal sorunlara yol açıyor.

Bu durumun sonucunda da hepimizin bildiği sendromlar ortaya çıkıyor;
-Down Sendromu
-Kedi Miyavlaması Sendromu
-Patau Sendromu

Detaylı olarak anlatmasam da mutasyon ve mutant çok geniş kapsamlı bir konu kavramlar. Hepimiz bu konuya ilgi duyarız,çünkü gizemlidir,farklıdır. Peki ya bu konuda çalışmalar yapılıyor mu? Gerçekten mutasyonları dış etkenler sayesinde yapıp,istediğimiz süper askerleri elde edebilecek miyiz?

Bilmiyorum,şuan inanılmaz bir teknoloji evrimi gerçekleşiyor. Fiziksel evrimimizi gerçekleştirdik ve şuan zihinsel ve teknolojik evrimimizi gerçekleştirme aşamasındayız. Ve bir süre sonra doğanın işleyişine müdahale edip evrimi yapay yollarla hızlandırıp gerçekleştirebiliriz. Bunların hepsi şuan hayal olarak görünse de,evrenin genel işleyişine sadık kaldığımız sürece her şey gerçekleştirilebilir.

Belki de gün gelecek çocukların soruları şu şekilde olacak;

"Anne ben ne zaman Wolverine olacağım?"

15 Aralık 2016 Perşembe

Cehennemin Sahibi Kim?



Bu adamı tanıyor musunuz? Eminim hepiniz ismini duymuşsunuzdur. Bizlere ortaokulda ve lisede verilen tarih dersleri bu ismi duymamızı sağlamıştır. Fotoğraftaki kişi Martin Luther.

Almanya'nın Eisleben şehrinde doğan Martin Luther, keşiş,teolog,profesördür. Aynı zamanda Protestanlığın babası olarak görülen Martin Luther,Lutherciliğide yayan kişidir.

Peki nedir Martin Luther'i anlatmaya değer kılan?

Tarih dersi görmüş herkes hatırlar,bir Reform hareketi yaşanmıştır zamanında. 15. ve 17.yüzyıl Avrupa'sında yaşanan Reform,Katolik Kilisesi'ne karşı kitlesel ve dinsel bir başkaldırıdır.
Ve bu Reform hareketinin önderi Martin Luther'dir. Hristiyanlığın yeni ve üçüncü mezhebi olan Protestanlığın kurulmasını sağlamış,Katolik Kilise'sine karşı gelmiş ve özgür beyinlerin oluşmasını sağlamış kişi.
Peki Martin Luther neden Protestanlığı kurdu?

Martin Luther Roma'ya bir ziyaret yapar ve ziyareti sırasında gördükleri düşüncelerini tamamen değiştirir. Papa'nın Hristiyanları kandırdığını,adaletsiz ve haksız bir şekilde zevk ve sefa içinde,lüks bir şekilde yaşadığını görür. Bu durumdan sonra Hristiyanlığın amacına dönmesi gerektiğini düşünen Martin Luther,Roma Kilisesi yani Katolikliğe karşı yaşanacak büyük bir isyanın temelini atmış ve on yıl içinde kendisini ilk "Protestan" isyanının başında bulmuştur.


Martin Luther dinin yanı sıra eğitimde de laikliğin gelmesini istiyordu. Eğitimin yararlarını hararetle savunan Luther  "İyi okullar hayattaki tüm doğru davranışların çiçek açtığı bir ağaçtır ve ağaçların çürümesi durumunda dinde ve tüm sanat kollarında körelme kaçınılmazdır." sözü ile eğitimin ve okulların yaşamdaki aydınlanmanın en büyük yardımcılarından olduğunu belirtmiştir.
Peki başlıktaki cehennemin sahibi kim sorusu ile Martin Luther'in ne alakası var?

Belki birkaç yerde görmüşsünüzdür,yazılanlar ve anlatılanlara göre olay şöyle gerçekleşir.

Cennette parseller satılmaktadır,hepimiz biliyoruz. Hatta Haçlı Seferleri'nde insanları eğer ölürseniz cennette yeriniz hazır diye kandırıyorlar,para karşılığı cennetten arsa ticareti yapıyorlardı.Böylece papazlar ve kiliseler zenginleşiyordu.

Fakat herkes bu olaya kanmıyordu. Cennetten toprak alınması gibi bir durum olmayacağını,bunun çok büyük bir kandırmaca olduğunu belirten Martin Luther mahkemeye çıkartılmıştır.

Duruşma esnasında yargıçlara seslenen Martin Luther;

"İnsanları cehennemle korkutup,cenneti para karşılığı satıyorsunuz. Cehennemi de satsanız ya?" dedi.

Yargıçlardan birisi;

"Cehennemi kim alır ki?" diye sordu.

Martin Luther;
"Ben alıyorum,parası neyse vereyim."dedi.
Bunun üzerine yargıçlar Cehennemi Martin Luther'e bedavaya verdiler.

Duruşma bittikten sonra Martin Luther kapının önüne çıktı ve binlerce kişilik kalabalığa seslendi:
"Cehennemi satın aldım,benimdir.Bundan sonra kimseyi cehenneme almayacağım,korkmayın."

Böylece halkın cehennem korkusu sona ermiş,kilise baskısından kurtulmuştu. Böylece halk özgür beyinlere sahip olmuş ve aydınlanmanın önü açılmıştı.