1 Ekim 2017 Pazar

Berlin Duvarı'ndaki Öpüşen Politikacıların Arkasındaki Gerçek


Eğer Berlin'e gittiyseniz eğer kesinlikle East Side Gallery'e uğramışsınızdır. Dünyanın her yerinden gelen sanatçıların,graffiticilerin çizimlerinin bulunduğu bir sergi diyebiliriz açıkcası. Gittiğinizde gerçekten size hem görsel şölen yaşatıyorlar hem de kimi çizimler sizi tarihi bir yolculuğa çıkarıyor. Gündüz sabahtan akşama kadar kalabalık görebilirsiniz o alanı. Turistler veya gezginler çizimlerin önünde fotoğraflar çekiniyor,anı niyetine fotoğraflar çekiyorlar.  Fakat orada dikkat ederseniz eğer insanların genel olarak fotoğrafını çektiği ve önüne geçip fotoğraf çekindiği iki-üç tane graffiti bulunmakta. 





Onlardan birisi de "Öpüşen Politikacı Dayılar"ın bulunduğu graffiti. En çok kalabalık bu graffitinin önünde bulunuyor diyebiliriz. Seks ve ya cinsellik iki tane yaşlı ve buruşuk dayı arasında olsa bile ilgi çekiyor ! :) Peki bu dayıların öyküsü ne? Bu dayılar niye öpüşmüş? Gerçekten öpüşmüşler mi,kim bu dayılar? gibi sorularınız olabilir. Şimdi onu açıklamak için yazıyorum bu satırları.

Gelelim bu çizimin açıklamasına.

Boyamanın/graffitinin ismi genelde "The Kiss" veya "The Kiss of Death" diye geçiyormuş. Kiss of Death ismi daha çok hoşuma gitti açıkcası,Motörhead albümüyle aynı isimde olması da hoşmuş. Boyamanın altında da Almanca "My God,Help Me to Survive this Deadly Love" yazıyor. Baya eğlence konusu anlayacağınız.

Büyük bir tutkuyla öpüşenlerden birisi Sovyet Lideri Leonid Brezhnev diğeri ise Doğu Almanya'nın Başkanı Erich Honecker. N'olmuş diyebilirsiniz ne de olsa insan eliyle çizilen,boyanan bir resim işte. Gazetelerde,dergilerde kaç tane karikatür görüyoruz,bu da o karikatürlerden birisi gibi işte.

Böyle düşünmeyin,belki ben de böyle düşünmek isterdim ama işler öyle değil. Resmin gerçekten bir hikayesi var,Paranormal Activity filmindeki gerçek olaylardan daha gerçek bir olaya dayanıyor resim.

Çizimin dayanağı olan fotoğraf 1979 yılında Doğu Almanya-Alman Demokratik Cumhuriyet'inin 30.yılı şerefine verilen bir kutlamada çekilmiş. Ve gerçekten de Sovyet Lideri Leonid Brezhnev ve Doğu Almanya Başkanı Erich Honecker tutkulu bir şekilde dudaktan dudağa öpüşmekteler. 




Şimdi neden öpüştüklerine gelelim. Bu öpüşmenin arkasında gizli bir aşk hikayesi veya gizli kalan duyguların ve hislerin açığa çıkması gibi bir durum söz konusu değil ne yazık ki. Aslında masum bir öpücük diyebiliriz buna,bir kutlama öpücüğü. Bilirsiniz kimi zaman dizilerde veya filmlerde görürüz,çocuklar annelerini dudaktan öperek selamlaşır veya veda ederler. Biz de bu ne ya,böyle bir şey olur mu deriz. Kültür farkı işte. Bu yaşlı politikacıların dudaktan dudağa öpüşme nedeni de,Komünist hükümetler arasında yaygın olan birbirini kutlama şekli aslında. Bu tutkulu öpücüğe "Socialist Fraternal Kiss" veya "Socialist Fraternal Embrace" deniyormuş. 



Mesela bu fotoğrafımızda da hepimizin bildiği Sovyet Lideri Mikhael Gorbachev ve Doğu Almanya Başkan'ı Erich Honecker dudaktan dudağa öpüşerek birbirlerini kutluyorlar.

Tabii şimdiki dönemde Sosyalist hükümet görmediğimiz için bu tarz durumlarla karşılaşmıyoruz. Fakat hiç belli olmaz değil mi? Devrimin ne zaman geleceği belli olmuyor :)

Umarım azıcıkta olsa açıklayıcı olmuştur. Gezerken bilmiyordum bu bilgileri. Gezecek arkadaşlar gördüklerinde en azından bunu okurlarsa durumu bildikleri için yanındakilere hava atabilirler :) Bu arada tek güzel şey bu değil,diğer çizimlerde bunun kadar iyi,hatta kimileri daha iyi. Popüler diye sadece bunun önünde fotoğraf çekinip diğerleri es geçmeyin :)
























3 Şubat 2017 Cuma

Bilgisayar Biliminin ve Yapay Zekanın Babası:Alan Turing







Çoğunuz Turing testini duymuşsunuzdur. Hayır,hayır Tureng değil Turing.O Tureng sözlük programı,benim burada bahsettiğim Turing. Peki ya Alan Turing'i duydunuz mu? Neler yaptığını biliyor musunuz hiç? Bilmiyorsanız,gelin biraz Alan Turing'i tanıyalım. Biliyorsanız da,bir kez daha Alan Turing'i hatırlamış olun,bilgileri tazelemek güzeldir.


Alan Turing belki tarihteki efsane olmuş matematikçilerin içindeki en tanınmışlardan değil,ama çok büyük bir öneme sahiptir.Belki Turing olmasa,bildiğimiz bilgisayarr bilimi var olmamış olabilirdi.

Alan Turing,Turing Makinesi'nin geliştirilme aşamasında yenilikçi çalışmaları,şuan kullandığımız modern bilgisayarların çekirdeğinde yer alan algoritmalar ve algoritmik hesaplara yön gösterdi ve çok yardımcı oldu.Turing Makinesi'ni,çok amaçlı kullandığımız genel bilgisayarlar için sahneyi hazırlayan erken dönem çalışmalarından biri olarak kabul ediyoruz.

Alan Turing'in çalışmalarından daha fazla söz etmeden önce,biraz genel hayatına bakalım isterseniz.

Alan Turing,23 Haziran 1912'de,Londra'da doğdu. Babası Hint Sivil Hizmetleri'nde(ICS) çalışıyordu ve bu nedenle sık sık Britanya Hindistan'ı adı verilen,o dönemlerdeki Hindistan Kolonisi'nin bulunduğu bölgeye gidip geliyordu. Baba Turing,çocuklarının İngiltere'de kalmasını istedi.Böylece Alan ve kardeşi çocukluk dönemlerinin çoğunu İngiltere'de,askeriyeden emekli bir çiftin yanında geçirdiler.

Daha yaşı çok küçük olmasına rağmen Alan çok başarılı görünüyordu ve büyük bir akademik başarı vaat ediyordu.6 yaşındayken St.Michael's Gündüz Okulu'na başladı.Öğretmenleri Alan'ın çok parlak ve başarılı bir çocuk olduğunu fark ettiler ve onun büyük bir akademik başarı göstermesi için yardım etmeye,onu teşvik etmeye başladılar.

On dört yaşına geldiğinde,Dorset'te bulunan Sherborne Okulu'na başlar.Okula başlama tarihi,ne yazık ki 1926'da İngiltere'de yaşanan büyük greve denk gelir.Buna rağmen Turing,okulun ilk gününe yetişmeye azimlidir ve bisiklete atlayıp,100 km boyunca tek başına pedal çevirir.Gece bir handa kalır ve okulun ilk gününe yetişir.Sonrasında Turing,Cambridge Kings College'da yüksek öğrenim hayatına başlar. Üniversitedeki başarıları o kadar iyidir ki,henüz 22 yaşında Kings College'a akademik üye olarak seçilir.

 "Hesaplanabilir Sayılarda Karar Alma Sorununa Bir Uygulama",Turing'in üniversitede yazdığı çarpıcı makalelerden birisidir.Makalenin konusu,Kurt Gödel'in 1931 sonuçlarında bulunan kanıt ve hesaplama limitleridir.Makalede resmi ve basit kuramsal aygıtların,Gödel konseptindeki evrensel aritmetik tabanlı resmi dilin yerine geçeceği belirtiliyordu.

Bu yeni dil anlayışında,Turing Makinesi doğacaktı.





Alan Turing,aynı zamanda kod kırma konusunda da uzmandı.İngilizler ve müttefikleri İkinci Dünya Savaşı sırasında Turing'in becerilerinden yararlandılar.Polonyalılar,kod kırmak için bir yol bulmuşlardı fakat kullandıkları yöntemde bazı sorunlar vardı.Bunun sonucunda da,Almanlar kodlarının kırıldığını farkedebiliyorlar ve anında kodları değiştirebiliyorlardı.

Turing,kodların kırılmasında matematiğin çok önemli bir rol oynadığına inanıyordu ki bu çok doğru bir yaklaşımdı. Olasılık ve istatistiğin,kodlanmış mesajların şifresini çözmeye yardımcı olduğu fikriyle ilgili yazılar yazdı.Turing aynı zamanda Enigma rotorlarına da önem veriyordu.Nedeni ise enigma mesajlarını şifrelemek için önemli derecede kullanılmasıydı.

Çalışmaların sonunda Turing,Enigma ile yapılan tüm kodları kırmaya yarayan bir makine geliştirdi. Bu çalışmada tek başına değildi.Yanında kod kırmada uzman matematikçi Gordon Wellchman vardı.İkili,Enigma kodlarını başarılı bir şekilde kırmaya yarayan ve elektro-mekanik bir cihaz olan  Turing-Wellchman "Bombe" Makinesi'ni tasarladı.Ve sonuç olarak,Alman kodlarını kırmak için İngilizler'in önündeki engellerin çoğunu aşmasına yarayan bir makine ortaya çıktı.

İngilizler bundan sonra,Turing'ten Alman Deniz Kuvvetleri'nin Enigma'sının kodunu kırmasını istediler. Turing'in yardımı olmaksızın,İngilizler'in bu savaştan sıyrılma şansı çok azdı.

İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra Turing Londra'da yaşamaya ve çalışmaya devam etti.Zamanının önemli bir kısmını erken bilgisayar sistemleri üzerinde çalışmaya ayırdı.Özellikle,Otomatik Hesaplama Motoru'na zamanının çok önemli bir kısmını ayırıyor ve çok ilgi gösteriyordu.1940'ların ortalarında,depolanmış-program bilgisayarlarıyla ilgili bir makale yazdı ve bu makale zamanının çok ötesindeydi.

1940'lı yılların sonunda Manchester Üniversitesi Matematik Bölümü'nde okutman olarak çalışmaya başladı. 1949'da Bilgi İşlem Laboratuvarı Müdür Yardımcılığı görevine getirildi. Bu süre zarfında,şimdiye kadar tasarlanan ilk depolanmış program bilgisayarı olan Manchester Mark I'ın yazılımı üzerinde çalışmalar yaptı.

Turing'in hayatı çok büyük başarılarla geçmiş gibi görünse de Britanya'da çok zor bir yaşam geçiriyordu.1952 yılında eşcinsel davranışlar gösterdiği için hüküm giydi ve kimyasal kastrasyonla cezalandırıldı. Sonrasında 8 Haziran 1954'te,kahyası onu ölü buldu.Bir önceki gün ölmüştü. Ölüm sebebinin siyanür zehirlenmesi olduğu tespit edildi. Yatağının yanında yarım bir elma duruyordu ve siyanür zehirlenmesinde kullanılan aracın bu olduğu düşünüldü. En sevdiği hikaye olan Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'deki sahneyi baştan yarattığı ve intihar ettiği düşünüldü.

12 Haziran 1954'te Alan Turing'in bedeni yakıldı ve külleri babasının küllerinin olduğu yere bırakıldı.

Alan Turing'in en önemli yaratısı Turing Testi'ydi. Turing'in tasarladığı bu test bir taklit oyun olarak yürütülüyor. Bilgisayar ekranının bir tarafında sorduğu görevi,karşıdaki bilmediği ve gizemli muhattaplarıyla sohbet etmek olan bir insan yargıç oturuyor.Karşısında sohbet ettiği kişilerin biri  insan olmakla birlikte,biri de bilgisayardır. Ve hangisinin insan,hangisinin bilgisayar olduğu tahmin edilmeye çalışılır. Eğer karar verilemez veya hata yapılırsa,bilgisayar kazanmış olur. Ve böylece bilgisayarı insandan ayırt edemediğimiz,bir farkı olmayan bir şey olarak kabul etmemiz gerekir.

Tabiiki de,bu ihtimal göze korkutucu geliyor.Bilgisayarın bilincinin var olmasını düşünmek,yapay zeka çalışmalarının bu kadar ilerlemesi distopik hikayeleri de beraberinde getiriyor.Kim bilir gelecekte ne olacağını?

Alan Turing'e çok şey borçlu olduğumuz aşikar.Kraliçe II.Elizabeth 2013 yılında Alan Turing'e kraliyet affı bahşetti.Ama bunun ne önemi vardı ki?

Alan Turing'i konu alan,Benedict Cumberbatch'in Alan Turing'i canlandırdığı "The Imitation Game" isimli filmi izlemenizi tavsiye ederim aynı zamanda.

Alan Turing'in birkaç sözüyle bitirelim yazıyı.

"Eğer bir makinanın hatasız olması beklenirse,o makine aynı zamanda zeki olamaz."


"Bilim diferansiyel denklemdir,din ise sınır durumudur."
Kaynak: TotallyHistory


2 Şubat 2017 Perşembe

Akıllı Hans Etkisi-Bir At Masalı



1900'lerin başında,Alman William von Osten atı Hans'ı  "Zeki Hans" olarak kamuoyuna takdim etti. İddia ettiği şey  Hans'ın soruları ayaklarını yere vurarak cevapladığıydı.Sayılar ve alfabeyi kodlayarak cevap verdiğini iddia ediyordu William von Osten,tıpkı Mors alfabesi gibi.

Von Osten hayvanlar ve insanların zeka seviyelerinin eşit olduğuna inanıyordu. Bunu kanıtlamak için hayvanları eğitmeye başladı.Kediler,köpekler,ayılar ve daha nicelerine basit hesaplamalar yapmayı öğretmeye çalıştı. Fakat bu yeteneğe sahip olan tek hayvan Hans'tı.

Hans'ın yetenekleri sadece basit hesaplamalar yapmakla sınırlı değildi. Aynı zamanda insanları adlandırabiliyor,zamanı tanımlayabiliyor ve müzikal aralıkları belirleyebiliyordu. Sonralarda,Hans karekök hesaplamaları gibi daha karmaşık işlemleri de yapabilir duruma geldi. Elbette Hans her zaman doğru cevaplar vermiyordu fakat doğru cevapların sıklığı bunun bir tesadüften öte olduğunu kanıtlıyor ve soruşturulmasını gerektiriyordu.


Hans bir sürü insan tarafından test edildi,hatta birisi Hans'ın 14 yaşındaki bir çocukla aynı zeka seviyesinde olduğunu iddia etti. Fakat Hans üzerinde yapılan ilk bilimsel test Profesör Carl Stumpf tarafından 1904 yılında yapıldı.

Stumpf, Hans'ın yeteneğinde bir hile veya aldatmaca olduğuna dair bir kanıt aradı fakat hiçbir şey bulamadı. Sonrasında da Stumpf Hans'ın gerçekten yetenekli olduğuna karar verdi.Bu bilimsel onayın ardından Hans halk arasında büyük sansasyon yarattı ve insanlar onun bu yeteneğini izlemek için akın etmeye başladılar.

Buna rağmen,diğer bilimadamları Hans konusuna hala şüpheyle yaklaşıyorlardı.

1907 yılında Oskar Pfungst,Carl Stumpf ile birlikte Hans'ı klasik bir psikoloji vakasında yeniden test etti. 13 bilimadamı "Hans Komisyonu" adı altında bir araya geldi ve araştırmalara başladılar.

Hans'ın bir yeteneği olduğu aşikardı ve psikologlar bu yeteneğin ne olduğunu bulabilmek için deneyler tasarlıyordu. Yaşanan olaya dair bir cevap bulmuşlardı fakat aldatmaca veya bir kandırmaca olduğuna dair ortada hiçbir kanıt yoktu.

Hans,büyük bir çadırın içinde izleyiciler ve başka dikkat dağıtıcı unsurların olmadığı bir alanda test edidi.
Testler aşağıdaki şekilde tasarlanmıştı:
-Şans faktörünü ortadan kaldırmak için çok sayıda soru soruldu.
-Hans'ın Bay Von Osten'dan herhangi bir etkileşim almasına karşın farklı kişiler tarafından sorular soruldu.
-Sorulan soruların cevapları bazen biliniyordu,bazen bilinmiyordu.
-Soru soranların Hans'a olan mesafeleri her soruda farklıydı.
-Bazı sorular sorulurken Hans etrafı göremeyecekti.

Ortaya çıkan sonuçlara göre,belirlenen ilk şey Hans'ın doğru cevap verebilmesi için soru soran kişiyle görsel bir temas kurması gerektiğiydi. Soru soran uzaklaştıkça,Hans'ın doğru cevap verme oranı da düşüyordu. Hans etrafı görmüyorken,doğru cevap verme oranı daha da azalmaya başladı.

Bulunan bir diğer önemli bulgu da,Hans'ın doğru cevap verebilmesi için soru soran kişinin sorunun cevabını bilmesi gerektiğiydi. Eğer soru soran kişi sorunun cevabını bilmiyorsa Hans'ta doğru cevap veremiyordu.

Hans ancak soruyu soran sorunun cevabını biliyorsa ve Hans o kişiyi görebiliyorsa doğru cevap verebiliyordu. Bu gerçek göz önüne alındığı zaman;Hans'ın gelişmiş bir zekaya sahip olmadığı,aslında cevap verirken soruyu soranın farkında olmadan verdiğini görsel ipuçlarından yararlandığı belirlendi.

Soruyu soranlar farkında olmadan ipuçları veriyordu. Hans doğru cevaba yaklaştığı zaman azalan ve artan tansiyon,değişen yüz ifadeleri,gerginlik ve diğer istem dışı hareketlerde oluşan değişimleri gözlemleyip,onlara tepki veriyordu. Ne zamanki bu hareketler yerini alkış ve kahkahalara bırakıyor,Hans doğru cevabı bulduğunu düşünüyor ve duruyordu.

Psikologlar bu olay sonrası bir şeyin farkına vardılar. Bir kişi veya canlının davranışı,soru soranın farkında olmadan verdiği ipuçlarından etkilenebiliyordu. Bu ipuçları Hans olayında yaşandığı gibi gerginlik,azalan ve artan tansiyonlar,kahkahalar,mimikler ve istem dışı hareketlerdi. Sonrasında bu etki "Clever Hans Effect"(Akıllı Hans Etkisi) olarak literatüre geçti.

Bu etki tüm etkileşimli durumlarda gözlemlenebiliyordu. Bu nedenle bilimsel testler,özellikle klinik araştırmalar "Double Blind"(ne araştırmacının,ne de deneğin gereken bilginin/yapılan tedavilerin farkında olmaması durumu) adında bir yöntem izlenerek yapılmaktadır.

"Double Blind" yöntemi uygulanmayan testlerin pozitif sonuçlar vermesinin nedeni;"Akıllı Hans Efekti"dir. Bu nedenle bu testlerin güvenilirliği tartışmalıdır.
Deneyi yapan kişilerin,bilinçsiz bir şekilde ipuçları vermesi,testlerin önyargılı olmasına neden olur. Etki,takdir edilmesi gereken önemli bir faktördür.

Kişisel Not:
"Akıllı Hans Efekti" bana kalırsa günümüzde bir sürü dolandırıcının ortaya çıkmasına neden olmuştur.Bunlardan birisi de falcılardır. Bundan sonra fal baktırmaya giderseniz,bu olayı unutmayın ve karşınızdaki kişinin asla bir kahve telvesinden sizin geleceğinizi ve yaşadığınız olayları bilmesi gibi bir yeteneğe sahip olduğunu düşünmeyin. Unutmayın,gelecek ve geçmiş bir kahve fincanından görülemez.

Kaynak:http://www.critical-thinking.org.uk/psychology/the-clever-hans-effect.php
by John Jackson,2005

25 Ocak 2017 Çarşamba

Anılar,Korkular ve Atalarımız





Evrim sayesinde atalarımızı tanıyoruz. Evrim karmaşık bir konu değil aslında,araştırma gerektiren bir konu. Ne yazık ki okumadan ve öğrenmeden yorum yapmak ata sporumuz haline geldi. Ha buradaki ata benim dediğim ata değil. Konuyu saptırmadan başlamak istiyorum yazıya.

Atalarımız bize miraslar bırakmıştır yıllar yılı. Ata kavramı değişir burada,bakış açımıza göre. Bizlere beynimiz aracılığıyla aktarılan anılar ve bunların bilinçaltımıza işlenmesi durumu vardır. Hemen Jack London'ın Ademden Önce kitabında yazdığı,bu konuyla ilgili bölümü paylaşmak istiyorum sizlerle;

"...Sözgelimi,boşluğa yuvarlanma düşü,açıklamasını öğrendiğim ilk deneylerden biri,herkesçe bilinen,hemen hemen herkesin görmüş olduğu bir düş.
Bu,öğretmenimin anlattığına göre,ırksal bir anıymış; çok çok eskilere dayanan,ağaçlarda yaşamış atalarımıza dek uzanan bir anı. Düşme,yaşamlarını ağaçlarda sürdürenler için her an var olan bir tehlikeymiş. Birçoğu düşerek bir çok kez bu tehlikeyi yaşamış,ancak bir bölümü yere varmadan dallara tutunup,kurtulabilmişlerdir.
  Böyle son anda önlenen korkunç bir düşme olayı,yine öğretmenimin anlattığına göre,şoka yol açarmış. Bu tür bir şok da beyin hücrelerinde molekülsel değişimlere neden olurmuş. Bu değişimler sonraki kuşakların beyin hücrelerine ulaşır ve kısaca,ırksal anılar oluşurmuş. Bu nedenle sizler ve ben uyurken ya da uyuklarken boşluğa düşüyor ve yere çarpmamıza çok az kala uyanıyorsak eğer,ağaçlarda yaşayan atalarımızın başından geçen o korkunç düşüşleri anımsıyoruzdur yalnızca. Bunu sağlayanda kalıtım yoluyla bize ulaşan beyin hücrelerindeki molekülsel değişimlerdir.
....... Sizler ve ben yere çarpmamış olanların torunlarıyız; bu nedenle bizler gördüğümüz düşlerde boşluğa düşer,ancak yere çarpmayız."

İşte böyle,bizlere kalıtım yoluyla atalarımızdan gelen bir anı. Ne kadar harika bir şey değil mi? Bunlar mucize değil,bunlar evrimin bize verdikleri.
Fobi ve anılarımızın bizlere genler yoluyla aktarıldığıyla ilgili çalışmalar bizlere bunların doğru olduğunu gösterir nitelikte.

Neden olduğu hakkında bilgi sahibi olmadığımız olaylar esasen atalarımızdan bizlere kadar gelen genetik bir mirastan dolayı kaynaklanıyor olabilir. Yapmamız gereken de derinlere inip,böyle bir şeyin var olup olmama ihtimalini düşünmek.

Rüyalara ve düşlere ilahi anlamlar veya karışık anlamlar yüklememiz gerekmiyor. Her şeyi bilimin ışığı altında çözmeye kalkarsak eğer,işte o zaman aydınlığa çıkar yollarımız.

Bu arada Jack London'ın Ademden Önce kitabını kesinlikle tavsiye ediyorum sizlere.Eğer ki kendinizi çok çok öncelere,hem de en başlara götürmek istiyorsanız kesinlikle okumanız gereken bir kitap. İlkel yaşamı ve ilkel insanı çok güzel anlatıyor kitabında. Kimi zaman hikayeye kendinizi kaptırıyorsunuz. Kitap,evrimi anlamak açısından çok güzel bir kaynak. Modern insanın nereden geldiğini düşünmek için çok iyi bir kitap. Jack London'ın kitabı hakkındaki yorumu açıklıyor olsa gerek her şeyi: "Gelmiş geçmiş en ilkel öykü budur."

Bilim mucizeleri yok etmez,şiirselliği bitirmez açıklanamayan olaylardaki. Bilim başlı başına bir şiirdir. İnsanoğlunun bu aşamaya gelmesi başlı başına bir şiirdir,öğrenince insan açıklanamaz bir duyguyla kaplanır içi. İnanılmazdır.

Evrim konusunu çocuklara,bilmeyenlere çok güzel özetliyor Carl Sagan. Sizlerle paylaşmak istiyorum o videoyu;

Carl Sagan Evrim Teorisini Özetliyor

NOT;Bu arada pek söylemem ama,eğer yazıyı okuyup beğendiyseniz paylaşırsanız çok sevinirim. Olumlu,olumsuz yorumlarınızı dinlemeyi çok isterim aynı zamanda :)

21 Ocak 2017 Cumartesi

Yaşlı Kızılderilinin Ay'a Gönderdiği Mesaj





Amerika Birleşik Devletleri ilk kez 1966 yılında Ay'a insan gönderme çalışmalarına başlamıştır.İlk çalışmalar Navahoların bulunduğu arazilerde yapılıyordu.Navaho Kızılderilileri ABD'de federal olarak tanınan en büyük yerel halktır ve en yakın akrabaları Apaçiler ile Güney Atabaskları adı altında birleşirler.İlk çalışmaların bu arazilerde yapılmasının nedeni Mars topraklarına en çok benzeyen yer olmasından kaynaklanıyordu.
NASA'da görevli olan kişiler kıyafetlerini giymiş çalışmalarına devam ederlerken yaşlı bir yanında genç bir Navaho'lu ile onları her gün düzenli olarak orada izliyordur.Bir gün genç Kızılderili NASA görevlilerinin yanına gider ve yaşlı kızılderilinin onların dillerini bilmediğini,ama kendisinin onların okulunda okuduğunu ve dillerini bildiğini,
bu yüzden kendisini ne yaptıklarını sormak için gönderdiğini söyler görevlilere.Görevliler Ay'a gitmek için çalışmalar yaptıklarını söyler.Hemen ertesi gün yaşlı kızılderili ve genç yine görevlilerin yanına giderler.Genç,yaşlı Kızılderilinin aya bir mesaj yollamak istediğini söyler ve görevlilere bunu yapabilip yapamayacaklarını sorar.
NASA görevlileri biraz şaşkınlık biraz alayla karışık,yanlarındaki teybi uzatırlar ve buraya ne diyecekse demesini,bunu aya götüreceklerini ve mesajı böyle ulaştıracaklarını söylerler.Yaşlı Kızılderili kendi yerel dilinde teybe hışımla bir şeyler söyler ve NASA'lı görevlilere sinirli bir şekilde uzatır.NASA görevlileri yaşlı Kızılderilinin ne dediğini çok merak ederler. Çevre kasabalarda buldukları,dillerini bilen başka bir Kızılderiliye mesajı dinletirler ve ne dediğini sorarlar.

Yaşlı Kızılderilinin aya gönderdiği mesaj şudur:''Bu adamlara dikkat edin.Topraklarınızı almaya geliyorlar."

20 Ocak 2017 Cuma

Bütün Suçsuz İdam Edilenlere: "Rosenberg İdam Davası"




Julius ve Ethel Rosenberg çifti, Sovyetler Birliği lehine casusluk yapmaktan ve atom bombasının yapım sırlarını düşmana teslim etmekten dolayı yargılanmışlardı ve ölümle cezalandırıldılar. Bu suçları işlediklerine dair somut bir kanıt hiçbir zaman elde edilemedi. İdamlarını engellemek için tüm dünyada protesto gösterileri yapıldı. ABD hükümeti, bu idamlarla ülkedeki muhaliflerine gözdağı vermiş oldu.

İkinci Dünya Savaşı'nın ardından devasa iki kapitalist kampa bölünmüş olan dünyada, "soğuk savaş" adı verilen bir dönem başlamıştı. Bu kampların başı çeken ülkelerinden biri olan ABD, 50'li yıllarda ekonomik durgunluğun, Kore savaşının, aşırı silahlanmanın ülkesiydi. Ülkede güçlü bir muhalif rüzgâr esmeye başlamıştı. ABD'nin yeni cumhuriyetçi hükümeti, duruma hâkim olabilmek ve yükselen muhalif sesleri bastırabilmek için, senatör McCarhty önderliğinde yeni bir kampanyaya başladı. Bu kampanya, ABD politikalarına muhalif olan bütün sesleri "komünist ve vatan haini" gibi bildik suçlamalarla karalama, susturma ve fiziksel olarak imha etmek üzerine kuruluydu. Yaşananlar tam bir cadı avıydı. İşçiler üzerinde korkunç bir terör estiriliyor, işçi önderleri komünist oldukları gerekçesiyle hapse atılıyor, işten çıkartılıyordu.
Rosenberg olayı işte böyle bir arka plan temelinde yaşanıyordu.

Yahudi kökenli Amerikalılardı Julius ve Ethel Rosenberg çifti. Çeşitli işçi eylemlerine katılmışlar,sınıf mücadelesiyle ilgilenmiş ve Komünist Parti'yle ilişkiler içinde bulunan insanlardı. 1936'da yine mücadeleleri için toplandıkları bir işçi toplantısında tanıştılar ve 1939'da evlendiler.

Julius Rosenberg,Komünist Parti'ye üye olduğu gerekçesiyle 1945'te işten çıkartıldı.Julius kayınbiraderi David ile küçük bir tamirhane açtı,fakat işler iyi gitmedi
.Ve kurulan komplo işlemeye başladı. 1945’te tutuklanan bir ABD Komünist Partisi üyesi, sorgulamalar sonucunda FBI’a Ethel’in küçük kardeşi David Rosenberg’in ismini verdi. David’in ifadeleri ise Rosenberg çiftinin casuslukla suçlanmasına neden oldu. Karısı Ruth da Rosenberg çifti aleyhine şahitlik yaptı.David, gençliğinde ABD Komünist Partisi’nin gençlik örgütü üyesiydi. Askerliğini atom bombasının gizlice üretildiği yer olan Los Alamos’ta yapmıştı. Terhis edilirken uranyum ve bazı aletler çalmış ve yakalanmıştı ve böylece FBI’in şantajları için uygun bir aday haline gelmişti. Julius ve Ethel Rosenberg çifti için yapılan suçlama da, Sovyet ajanı olmak ve atom bombasıyla ilgili bilgileri Sovyetler Birliği’ne sızdırmaktı.

Amerika 1950'li yıllarda ırkçılığın,aşırı silahlanmanın ve faşizmin en üst boyutlara ulaştığı zamanındadır. Amerika,Hiroşima ve Nagazaki'ye attığı atom bombalarıyla gücünü kanıtlasa da,düşmanı Sovyetler Birliği'nin atom bombası üretme ihtimalini asla gözardı etmemekte ve her zaman gözlerini üstünde tutmaktadır.Amerika bunun önüne geçebilmek için ülkedeki tüm Komünist partilerin kapanması gerektiğini düşünür ve harekete geçer.Komünistlerin bir şekilde Sovyetler Birliği ile iletişim halinde olacağı düşünülür.Bu gerçek olmasa bile McCarthy'nin düşüncesine göre "Böyle bir tehdit yaratılmalıdır.".

İlk olarak 17 Temmuz 1950’de Julius Rosenberg yakalanıp tutuklandı, ardından da karısı Ethel. Rosenberg çifti, her duruşmada kendilerine yöneltilen suçlamaları kesin bir dille reddettilerse de 8 Mart 1951’de başlayan mahkeme sonucunda, yalancı tanıkların ifadeleri sonucu Rosenbergler idama mahkum olur.
İddianame ve Rosenberglere atfedilen suçlar çok gülünçtür. Bu konuda fizik profesörleri, her iki sanığın da atom bombası formüllerini taşıyacak, aktaracak veya krokisini çizecek yetenekte ve bilgide olmadığını söylemiştir.
Ancak yargıç Kaufmann, doğrudan Washington’dan aldığı emirlerle hareket etmekte ve adeta Rosenberglere açık kin beslemektedir. Bu nefret de jüriyi etkilemiştir.
29 Mart 1951’de jüri Rosenbergleri suçlu buldu, 5 Nisan’da da Kaufmann idam kararını verdi. Kaufmann, FBI’a ve başkanı Hoover’e teşekkürlerini de sunmayı ihmal etmedi.
Yıllar sonra her şeyin FBI tarafından düzenlendiği ortaya çıkmıştı, ama Rosenbergler geri gelemezdi.
29 Mart'ta jüri tarafından suçlu bulunan Rosenberg'ler,Hakim Kaufmann tarafından 5 Nisan'da mahkum edildiler ölüme. Morton Sobell “suç ortağı” olarak 30 yıl hapse mahkûm edildi. Aleyhte esas tanık olan David Greenglass 15 yıla mahkûm oldu, erken tahliye edildi ve kendisine yeni bir kimlik verildi. Casusluk faaliyetinde bulunduğunu ikrar eden karısı Ruth hakkında dava bile açılmadı.
Hâkim Kaufmann, davayı şu teşekkürname ile kapattı: “FBI ve Bay Hoover’a duyduğum saygının ne kadar büyük olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. Bu davada mükemmel bir çalışma sergilediler.” Onyıllar sonra yayınlanacak olan belgeler tam da bunu acı bir şekilde tanıtladılar. Herşey baştan sona FBI ve devlet tarafından planlanmış, kotarılmış ve uygulanmıştı.
11 Nisan’da Ethel, idam edilinceye kadar bir daha terk etmeyeceği Sing Sing cezaevinin idamlıklar kanadına kondu. Daha sonra Julius da buraya nakledilecek”ti.
Rosenberglerin idam kararında, komünist olmaları kadar Yahudi olmalarının da rol oynadığı söylenmiştir. Amerika’da yargıtay görevini üstlenen mahkeme, Rosenberg’lerin itirazını ve davanın yeniden görülmesi talebini beş kez reddetti. İnfaz ise dört kez ertelenerek, ayrı bir işkence uygulandı.
 Kendilerine yönelik bu saldırının, ABD’de komünistlere karşı yürütülen politikaların bir sonucu olduğunu söylemelerine ve iddiaların tamamını çürütmelerine, suçsuzluklarını kanıtlamalarına rağmen 1953 yılında elektrikli sandalyede idam edildiler.
David Greenglass, yargılama sonucunda 15 yıla mahkûm oldu. Ancak bir süre sonra tahliye edildi ve kendisine yeni bir kimlik verildi. Rosenberglerin idamından on üç yıl geçtikten sonra, mahkemeye sunulan delillerin, gösterilen şahitlerin ve suçlamaların tümünün düzmece olduğu bizzat şahitler tarafından açıklandı.

Türkiye’de ne zaman anti-demokratik kampanyalar ya da siyasi-ideolojik cadı avları gündeme gelse sol kesim hemen 1950’li yıllarda Amerika’da yaşanan McCarthy dönemine atıfta bulunur ve bu dönemin ünlü bir davası olan Rosenbergler Davası’nı zikreder”

diye yazmış zamanında Fikret Ertan.


Ve Rosenbergler Ölmemeli isimli tiyatro oyunu da bulunmaktadır bu olaya ithafen. Ve Melih Cevdet'in "Anı" isimli şiiri kaldı geriye;
Bir çift güvercin havalansa 
Yanık yanık koksa karanfil 
Değil bu anılacak şey değil 
Apansız geliyor aklıma 

Neredeyse gün doğacaktı 
Herkes gibi kalkacaktınız 
Belki daha uykunuz da vardı 
Geceniz geliyor aklıma 

Sevdiğim çiçek adları gibi 
Sevdiğim sokak adları gibi 
Bütün sevdiklerimin adları gibi 
Adınız geliyor aklıma 

Rahat döşeklerin utanması bundan 
Öpüşürken bu dalgınlık bundan 
Tel örgünün deliğinde buluşan 
Parmaklarınız geliyor aklıma 

Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm 
Kahramanlıklar okudum tarihte 
Çağımıza yakışan vakur, sade 
Davranışınız geliyor aklıma  

Bir çift güvercin havalansa  
Yanık yanık koksa karanfil 
Değil unutulur şey değil 
Çaresiz geliyor aklıma


17 Ocak 2017 Salı

Kurtuluş Dizisi ve Atatürk'le Rutkay Aziz'in Karıştırılması







1996 ve 1997 yılları.. Milli Piyango biletlerinde yaşanan bir karışıklık.

30 Ağustos'a özel basılan Milli Piyango biletlerinde büyük bir karışıklık yaşanmış zamanında. Ve bu karışıklığın farkına daha yeni varılıyor.

Rutkay Aziz'in oynadığı "Kurtuluş:Bir Bağımsızlık Savaşı Destanı" isimli diziyi belki biliyorsunuzdur,denk gelmişsinizdir,anne-babanızdan duymuşsunuzdur belki deBu dizide Atatürk'ün meşhur fotoğrafının olduğu Kocatepe sahnesi öyle başarılı ve güzel çekilmiş ki,zamanında tüm izleyiciler hayran kalmış ve gerçekçiliğine fazlasıyla ikna olmuşlar.

Fakat tek hayran kalan seyirciler değilmiş belli ki.Milli Piyango İdaresi'de izleyip hayran kalanlar arasında olsa gerek ki,nutukları tutulmuş ve  bir karışıklığa imza atmışlar.
Bu yaşanan karışıklığı Matematik Profesörü ve tarih araştırmacısı olan Haluk Oral farketmiş,Yiğit Köseoğlu'da #tarih dergisinde bu yaşanan karışıklığı yazmış.

Yiğit Köseoğlu'nun o yazısı;

“Kurtuluş Savaşı'nı hikâye eden TRT'nin altı bölümlük büyük dizi projesi ‘Kurtuluş', 1994'te yayına girer. Senaryosu Turgut Özakman tarafından yazılan dizi bir süperyapımdır. Yönetmenliğini Mustafa Özkan'ın üstlendiği, Mustafa Kemal Atatürk Paşa karakterini Rutkay Aziz'in, İsmet Paşa karakterini Savaş Dinçel'in canlandırdığı ‘Kurtuluş'ta tam 300 aktör, binlerce figüran rol alır. Çekimleri yaklaşık iki yıl süren dizi, rekor bir rakama, günün parasıyla 37.6 milyar TL'ye (bugünün 16.5 milyon TL'si) mal olur. Sürenin bu kadar uzamasının, maliyetin böylesine yükselmesinin bir nedeni de, sahnelerin çoğunlukla gerçek mekânlarda çekilmesi, tarihî anların gerçeğe uygun biçimde yeniden yaratılmasına büyük titizlik gösterilmesidir. Daha sonra yaşanacak trajikomik bir gelişme gösterecektir ki, bu sahnelerden en azından biri gerçeğinden daha gerçekçi bir şekilde canlandırılmış, sadece sıradan izleyiciyi değil, Milli Piyango gibi bir devlet kurumunu da gerçek olduğuna inandırmıştır. Bu, zihinlere unutulmaz bir fotoğrafla nakşedilmiş olan meşhur ‘Mustafa Kemal Atatürk Kocatepe'de' sahnesidir.
Mustafa Kemal Atatürk'ü canlandıran Rutkay Aziz, gerçeğiyle aynı yerde aynı saatte çektikleri sahneyi inandırıcı kılmak için ne kadar emek verdiklerini, ne kadar çaba ve zaman harcadıklarını hiç unutmaz. Başarılı olduklarını ilerleyen günlerde başka bir vesileyle bir kere daha anlayacaktır. Dizi yayına girer, büyük ses getirir. Aradan çok zaman geçer; 22 sene! Matematik profesörü, tarih araştırmacısı ve koleksiyoner Haluk Oral, eline geçen eski bir Milli Piyango biletinin üzerindeki fotoğrafta bir gariplik hisseder.

30 Ağustos çekilişi için basılan biletteki Kocatepe'deki Mustafa Kemal Atatürk'ün değil, Rutkay Aziz'in siluetidir! Bunun üzerine geçmiş yılların 30 Ağustos biletlerine de bakar ve 1996 ve 1997'nin 30 Ağustos biletlerinde Mustafa Kemal Atatürk yerine Rutkay Aziz'in siluetinin kullanıldığını fark eder. Milli Piyango tasarımcıları, ‘sinemasal gerçekliğe' fazlasıyla kapılmış, biletin üzerinde orijinal fotoğraf yerine Kurtuluş dizisinin setinde çekilen fotoğrafı kullanmıştır.”









10 Ocak 2017 Salı

Astroloji Çürütüldü





Artık her televizyon kanalında,her gazetede gördüğümüz insanlar.Tarihin en büyük yalanlarından astrolojiyi savunan kişiler,dolayısıyla kendileri tarihin büyük yalancılarından. Bilimsizlikten kaynaklı cehaleti kullanan dolandırıcılar. Kendilerini bilim insanıymış gibi göstermeye çalışan yalancılar.

Bir gün,bir insan kapınıza gelip size yıldızlardan haber getirdiğini,bugün yıldızların hareketi ve doğum tarihinizden hareketle size geleceğiniz hakkında bilgi vereceğini,hayatınızda,iş yaşamınızda,sevgilinizle yaşadıklarınızda ne gibi değişiklikler yaşayacağınızı söylemek istese tahminen hemen kapıyı kapatır ve korkuyla ya polisi ya da tanıdığınız birisini arardınız. Veya başka bir ihtimal olarak saçma sapan konuşan bir deliye denk geldiğinizi düşünür,kovar ve kapıyı yüzüne kapatırsınız. Peki izlediğimiz televizyonda her zaman çıkan,gazetelerde yazan bu insanlara neden aynısını yapmıyoruz?

Gerçekten nasıl inanabiliyoruz doğduğumuz anda yıldızların durumunun bizim hayatımızı etkileyen bir olguya dönüşeceğine ve bunun farklı zaman aralıklarında farklı etkileri olacağına?
Yıldızların içindeki elementler,maddelerin bizde de bulunduğu doğrudur. Evet,bizler yıldızlardan geliyoruz,yıldızlarla aynı maddelere sahibiz. Fakat hiçbir zaman vücudunuzda bulunan nitrojen sizin aşk yaşamınıza,yarın iş hayatınızda ne gibi sıkıntılar yaşayacağınıza etki etmez.

Peki neden inanıyoruz bu insanlara? Çünkü kendimizi bir topluluğun parçası olarak görmek istiyoruz. Kimi zaman işleri kendi üzerimizden atıp,başka iradelere bırakmak istiyoruz. Hayatımızı istediğimiz gibi yönetemiyoruz ve yıldızların bizim için iyi haberler getirmesini bekliyoruz. Kendimizi bu evrenin bir parçası olarak görüyoruz gezegenlerin,yıldızların sayesinde. Saf düşüncelerle fakat büyük bir cehalet içinde,körü körüne bağlıyız bu düşüncelere. Kimi zaman ilişkilerimizi burçlara göre ayarlıyoruz,kendimizi o burcun özelliklerine adapte etmeye çalışıyoruz.

Kendimizi kandırıyoruz. Bunun sorumlusu tamamen biz değiliz. Bunun sorumluluları esas bilim Astronomi yerine bilimsel dayanağı olmayan fakat kendilerini her seferinde bilim insanı olarak tanıtmaya çalışan ve insanları kandıran Astrologları kanallarına çıkaran,gazetelerinde yazdıran,reyting ve popülerlik meraklısı yöneticiler.

Belki şuan ülkemizde çok büyük problemler var fakat eğer bilim gelişmezse bu ülke istediği kadar modern,eşitlikçi,özgürlükçü yönetilsin,her zaman kötü bir durumda kalacak.

Üstün Dökmen'in astroloji ve rüya tabirleri yalanı hakkındaki konuşmasını sizlerle şurada paylaşmak isterim;
Üstün Dökmen-Tarihin En Büyük Yalanı Astroloji

Sahte tanrılar,sahte dinler üretmeyi seviyoruz.

Bu konuyla ilgili başarılı bir çalışma olan ve astrolojinin nasıl bir sahtecilik olduğunu belirtmek için kitap çıkartılmak zorunda kalındığını gösteren ''Astroloji Çürütüldü'' kitabını herkese öneririm.
İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınevi'nden çıkan,Renan Pekünlü'nün çevirdiği kitabın yazarı Lawrence E.Jerome.


Sizlere birkaç video daha paylaşmak istiyorum,bu konudaki fikirlerinizi oluşturmada yardımcı olacağını düşünerekten;
Richard Dawkins-Astroloji Üzerine

Maalesef ki astroloji yalanı üzerine bilim dünyasında kendini ispat etmiş kişiler böyle sözler söylese bile,insanlara tesir edemiyorlar.
Çünkü astroloji pazarı artık öyle bir sermaye haline geldi ki,insanları tamamen ağına aldılar. Pazar diyorum çünkü sermaye konuşuyor. Evlerde verilen rahatlama seansları vb.etkinlikler insanları dolandırmak için birebir. Bu işlerin büyücüye gitmekten hiçbir farkı yok ne yazık ki. İnsanlarımızı bilinçlendirmek gerekiyor,artık bu dolandırıcılığa,bu yalanlara bir dur demek gerekiyor.

Her zaman soyut şeylere daha kolay inanıyoruz,görmediklerimiz bizi korkutuyorlar ve üzerimizde bir otorite sağlıyorlar. Somut bir şeyin denkliğini anlayınca,ona olan ilgimiz azalıyor. Fakat gökkuşağının işleyişini anladığımız zaman,gökkuşağı şiirselliğinden hiçbir şey kaybetmez.

Evreni ve gezegenleri,yıldızları tanımak için astroloji vb. yalanlara ihtiyacımız yok. Evren başlı başına bir bilinmezliktir,ve bizler Carl Sagan'ın dediği gibi çıkmalıyız bu yola.





''İnanmak istemiyorum. Bilmek istiyorum." -Carl Sagan

Carl Sagan demişken,kendisi dünya için çok büyük bir isimdi. İnsanlara bilimi sevdirmek ve tanıtmak için elinden geleni yaptı.
Kendisinin Cosmos programının 3.bölümünde yayınlanan Astroloji Üzerine yaptığı konuşmasını paylaşmak istiyorum sizlerle;
Carl Sagan-Astroloji Hakkında

Carl Sagan'ın astroloji üzerine söylediği sözlerle bitirmek isterim yazımı;

"...Astroloji ikizlerin hayatını izleyerek test edilebilir. Bununla ilgili pek çok gerçek örnek vardır : Diyelim ki ikizlerden birisi bir araba kazasında,ya da yıldırım çarpmasıyla ölsün diyelim ama öteki ikiz ileri yaşlara kadar güzelce yaşasın. Farzedelim ki bu bana da oldu. İkizim ve ben tam olarak, aynı yerde ve zamanda sadece birkaç dakika farkla doğduk. Doğum anımızdaki gezegenlerin durumu tam olarak aynı olacaktı. Eğer astroloji doğru  ise,kaderlerimizin bu kadar farklı olması nasıl mümkün olabilir?
Astrologlar burçlar konusunda kendi aralarında  bile çelişiyorlar. Kişinin sadece doğum tarihini ve yerini bilseler de,ne kadar uğraşsalar da o kişinin geleceğini kestiremiyorlar. Yoksa başka ne olabilirdi ki?Doğumum sırasında yükselen Mars nasıl oluyor da geleceğimi etkileyebiliyor? Mars'ın ışıklarının ulaşamayacağı kapalı bir odada doğdum. Doğum doktorunun çekim kuvveti,Mars'ın çekim kuvvetinden daha büyük olmayacak mıydı? Mars oldukça büyük ama doktor çok yakındaydı."





2 Ocak 2017 Pazartesi

Klasik Müzikte Devrim ve Düşünmeden Düşünebilmenin Gücü




Bazı olaylara her zaman durmadan önyargılı yaklaştığınızı düşünüyor musunuz? Veya düşünmeden karar verdiğinizi?

Malcolm Gladwell çok satan,çok başarılı kitapların yazarı. Yazdığı Outliers,Kıvılcım Anı,Blink kitapları dünyanın her yerinde okunuyor.

Malcolm Gladwell Blink adlı kitabında düşünmeden düşünebilmenin gücünü irdeliyor. Bir esere ilk bakışınızda gözlerinizle eserin sahte olup olmadığını anlayabilir misiniz? Düşünme anımızdaki süreler bizim için nasıl işliyor? Bu ve bunun gibi sorulara cevaplar arıyor kitabında Malcolm Gladwell.

Sizlere Malcolm Gladwell'in kitabından bir kesit aktaracağım. Klasik müzikte devrimin yaşandığı bir kesit. Klasik müzikte aydınlanmanın,kadın-erkek eşitsizliğinin sona ermesinin ve yenilikçi yaklaşımın anlatıldığı bir kesit.

"Müzisyen Abbie Conant kariyerinin başında İtalya'da Turin Kraliyet Operası'nda trombon çalıyordu.Sene 1980'di. O yaz tüm Avrupa'da açılmış on bir farklı orkestraya başvurdu. Bir tane cevap aldı: Münih Filarmoni Orkestrası. 'Sayın Herr(Bay) Abbie Conant' diye başlıyordu mektup. Geriye dönüp bakıldığında yapılan bu hata Conant'ın aklında her tür alarmı çalıştırmalıydı.

Seçmeler,orkestranın kültür merkezi hala inşaat halinde olduğundan Münih'teki Deutsches Müzesi'nde yapıldı.Otuz üç aday bulunuyordu ve seçiçi komitenin onları görmemesi için her biri bir paravanın arkasında çalıyorlardı.Paravanlı semeler o zamanlar Avrupa'da çok yaygın değildi. Ancak başvuranların arasında Münihh orkestralarında çalan birinin oğlu da vardı,dolayısıyla adil bir seçme olması açısından Filarmoni seçmelerin ilk etabını görmeden yapmaya karar verdi. Conant on altıncı sıradaydı.Ferdinand David'in trombon için yazılmış Konzertino'sunu çaldı,ki bu parça Almanya'daki seçme parçaları arasında artık suyu çıkmış olarak kabul ediliyordu ve üstüne üstlük bir nota da kaçırdı.Kendi kendine 'Buraya kadarmış,' dedi ve sahne arkasına geçip eşyalarını toplamaya başladı. Ancak komite tam tersini düşünmüştü.Şoke olmuşlardı.Seçmeler ince dilimlere ayırmak için klasik ortamlardır. Eğitim görmüş klasik müzik müzisyenler,bir kişinin iyi olup olmadığını neredeyse anında-bazen yalnızca birkaç ölçü çizgisinde,bazen ilk birkaç notada- anladıklarını söylerler ve Conant'ta da anlamışlardı.Seçmelerin yapıldığı odadan çıktıktan sonra Filarmoni'nin müzik direktörü Sergiu Celibidache bağırdı 'İşte istediğimiz insan bu !'. Seçmeler için kendi sıralarını bekleyen on yedi kişi eve gönderildi. Conant'ı bulmak için biri sahne arkasına gitti. Conant seçme odasına geri döndü ve paravanın arkasından çıktığında komiteden OHA'nın Bavyara karşılığını işitti. 'Was isn't des? Sacra di! Meine Goetter! Um Gottes willen!' Herr Conant bekliyorlardı. Karşılarındaki ise Frau Conant'tı.

En hafif deyimle,sıkıntılı bir durumdu. Celibidache eski toprak bir şefti,müziğin nasıl çalınması -ve kimin tarafından çalınması- gerektiği ile ilgili kesin fikirleri olan otoriter bir adamdı. Dahası,burası Almanya'ydı,klasik müziğin doğduğu ülke. Bir keresinde Vienna Filarmoni,İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra paravanlı seçme yapmayı denediklerinde orkestranın eski başkanı Otto Strasser'in anılarında 'grotesk durum' olarak adlandırdığı şeyle karşılaştılar: 'Bu tarafta kendini en iyi olarak vasıflandırmış bir aday ve öte tarafta paravanın kalkmasıyla birlikte sahnede bir Japon'un belirmesi karşısında donakalmış bir jüri.' Strasser'e göre,bir Japon,en basit şekliyle,Avrupalı biri tarafından bestelenmiş bir müziği o ruha ve sadakata uygun olarak çalamazdı. Celibidache için de bir kadın trombon çalamazdı. Münih Filarmoni kemanda ve obuada bir veya iki kadın müzisyene sahipti.Ama onlar zaten kadınsı çalgılardı. Trombon erkeksidir.

Seçmelerde iki etap daha vardı. Conant her ikisini de tereyağından kıl çeker gibi geçti. Ancak Celidibache ve komitenin geri kalan üyeleri Conant'ı kanlı canlı gördükleri anda tüm o uzun soluklu önyargılar,performansı sonucu edindikleri ilk izlenim ile rekabet etmeye başladı. Orkestraya katıldı,Celibidache endişeliyi.Bir yıl geçti,Mayıs 1981'de Conant toplantıya çağrıldı. Toplantıda kendisine,orkestrada ikinci trombona geriletildiği söylendi. Hiçbir neden sunulmadı. Conant,kendini yeniden kanıtlamak için bir yıllık deneme sürecine girdi. Bu durum hiçbir değişiklik sağlamadı. 'Asıl sorun ne biliyor musun?' dedi Celibidache ona.'Solo trombon için bir erkek sanatçıya ihtiyacımız var.'

Conant'ın olayı mahkemeye taşımaktan başka bir çaresi kalmadı. Savunmasında orkestra 'Davacı trombon bölümünün lideri olmak için gerekli fiziksel kuvvete sahip değildir',diye iddia etti.Conant,kapsamlı test için Gautinger Akciğer Kliniği'ne gönderildi.Özel makinelere üfledi,oksijen emme kapasitesini ölçmek için kan örneği aldırdı ve göğüs muayenesinden geçti. Hepsinin sonucu da ortalamanın üstündeydi.Hemşire Conant'a atlet olup olmadığını bile sordu. Dava uzadı. Orkestra Conant'ın Mozart'ın meşhur 'Requiem' parçasındaki trombon solosunda 'nefes darlığının duyulabilir' olduğunu iddia etti,bu tür performanslarda bulunan misafir müzik şefinin Conant'ı övgüye boğmasına rağmen.Sekiz yıl sonra Conant birinci trombon olarak eski görevine getirildi.

Ne var ki bu sefer beş yıl sürecek başka bir mücadele etabı başladı,çünkü orkestra Conant'a erkek iş arkadaşlarıyla aynı miktarda ücret ödemeyi reddetti.Ancak Conant tekrar kazandı.Her suçlamada galip geldi;galip geldi çünkü Münih Filarmoni'nin çürütemediği bir sav sunabildi. Sergiu Celibidache,becerisinden şikayet eden kişi,onun Ferdinand David'in Trombon için Konzertino'sunu salt nesnellik koşulu altında dinlemişti ve o tarafsızlık anında 'İşte aradığımız kişi bu!' demişti ve geri kalan bütün tromboncuları eve göndermişti. Abbie Conant aslında bir paravan sayesinde kurtulmuştu."

Avrupa'da bir zamanlar Klasik Müzikte yaşanan eşitsizlik,yozlaşmışlık ve geri-kafalı düşünceyi yıkmıştı Abbie Conant. O paravan olmasa belki de şuan bu durum yaşanmamış olacaktı.

Kaynak:Malcolm Gladwell-Blink